15 Temmuz 2016 Cuma

Boya Badana

Kaporta parçaları nihayet boyadan geldi. Yalnızca çamurluklar ve depo değil, orta ayaktan tutun da gidon kelepçelerine kadar, ihtiyarın tüm metal aksamı, irili ufaklı belki 25-30 parça pırıl pırıl, simsiyah. Dahası, geri kalan metaller de kromajdan geldi, onlar da ayna gibi parlıyor artık.

Fakat hala çok önemli bir eksik var, olmazsa olmaz: çamurluk ve depo kenarlarını süsleyen çizgiler. (İnternette "Pinstripe" diye ararsanız kıyamet gibi içerik var.) İlginçtir, motorun orijinalinde de çizgiler en son çekiliyor, üzerlerinde vernik veya benzeri herhangi bir katman yok. Doğrudan, tamamlanmış siyah boyanın üzerine uygulanıyor. Dahası, hiçbir yardımcı gereç olmaksızın serbest elle çiziliyor. Yani fabrikadan çıkan hiçbir motosiklet birbirinin aynısı değil, çizgilerin eni hiçbir noktada homojen değil; motorun kusursuzluğu, üzerindeki insan elinden çıkma kusurlardan kaynaklaniyor! Fabrikada yıllarını bu işe vermiş zanaatkarlarla aşık atacak halim yok, ben maske bandı kullanacağım elbette.

Ne yalan söyleyeyim, bu kadar ince el işlerine hiç yatkınlığım yoktur. Yine de işi inada bindirdim ya, illa ben yapacağım. Uzun araştırmalardan sonra, İngiltere'de bir internet sitesinden satın aldığım, özel olarak çift çizgi çizmek için üretilmiş, uygun ebatta maske bandı ve yine bu işe özel kaliteli bir çizgi fırçası uzun süredir beni bekliyordu. Oto sanayi sitesinde büyük bir boyacıda gereken renkte (kodu RAL 9001, sanırım kırık beyaz diye geçiyor) selülozik boya karıştırttım. Tinerim zaten var. İş kaldı hanımı kandırmaya... O da zor olmadı nedense, herhalde bir buçuk senedir durmaksızın başının etini yediğimden, bir an önce kurtulmak umuduyla olsa gerek bütün restorasyonun en riskli ve en değerli aşamasını üstlenmeyi kabul etti.

Maskeleme safhası bende. Bant çok kaliteli, çok hoşuma gitti. Kuvvetli bir naylon malzeme, gerdirmeye ve sök-yapıştıra oldukça dayanıklı. Neyse ki 17'şer metrelik iki paket almayı akıl etmiştim, istediğim kadar hata yapma lüksüm var. Arka çamurluk en doğru başlangıç; bir tek buradaki çizgilerin bir başı ve sonu var.








Bant iki aşamada uygulanıyor. Önce alt yüzeye gelen katmanı sıyırarak bandı kaportaya yapıştırıyorsunuz, sonra bütün yüzeyi hafifçe gerdire gerdire sonuna kadar gidiyorsunuz. Dedim ya, çok kaliteli bir bant, çamurluğun yumuşak kavisini takip etmek çocuk oyuncağı ve çok keyifli ancak iki eli koordine kullanarak sıyır-gerdir-yapıştır sıralamalı sabit bir ritimle yavaş yavaş ilerlemek gerekiyor.



Ardından, dışarıda kalan uçtan başlayarak en üstteki katmanı maket bıçağı yardımıyla dikkatlice ayırıp yine bantladığınız mesafenin sonuna kadar sıyırıyorsunuz.









Geriye, orta katmanda bulunan araları gayet muntazam mesafede üç tane maske bandı kalıyor. Hepsi bu kadar...






Olur mu öyle şey, tabii ki hepsi bu kadar değil! Ön çamurluğa geçince dünyanın kaç bucak olduğunu görüyorum. Arka nispeten kolaydı ama buradaki keskin dönüşleri hizayı da kaçırmadan tutturmak neredeyse imkansız. Allahtan iki kişiyiz, biraz yaratıcılık, biraz el becerisi, çok çok azıcık da baştan savmayla üstesinden geliyoruz. Hiç kolay iş değil, hiç!
 



Ön çamurluk da nihayet bu hali alıyor. O kadar kaptırmışız ki sonrasında depoyu bantlarken fotoğraf çekmeyi akıl bile edememişim. O da en az ön çamurluk kadar zordu; hem özellikle arka ucundaki dönüş son derece keskin, hem çizgileri hizalayacak bir referans yok, hem de ihtiyarın en göz önünde (ve göz alıcı) kısmı olduğu için savsaklama şansım sıfır.

Sıra geldi boyaya.








Burada benim fırıncı küreği misali ellerimi görmek zorunda kalmadığınıza memnun olmalısınız. Tam zamanlı hanım/yarı zamanlı fotoğrafçı ve yardımcım meğer kırk yıllık boyacıymış! Küçük bir kavanozda boyayı tinerle seyreltip fırçaya iyice yediriyoruz. Burada el hissi ve göz kararı çok önemli; tiner çok uçucu olduğundan sürekli takviye istiyor. Karışım çok ince olursa fırçaya tutunamıyor, kalınlaştığında da yüzeyde minik kabarcıklar oluşuyor. Doğru kalınlığı yakalayıp olabildiğince sakin, sabit bir hızla ilerlemek gerek. Safi sabır ve dikkat işi.

Bantların üzerindeki boyanın eğri büğrü olması önemli değil fakat kalınlığının mümkün olduğunca homojen olması gerekli. Fırçanın yüzeye olan mesafe ve açısı olabildiğince sabit kalmalı. Böyle böyle, nispeten ince katmanlar halinde iki kat geçiyoruz. Bu arada boya tezgahının hali de ortamın geri kalanından hiç farklı değil, baksanıza...




Bu da boyanmış arka çamurluk...










Ve son olarak depo.












Kabul ediyorum, iyice yakına sokulup inceleyince hem maskeden hem de boyadan kaynaklanan kusurlar yakalamak mümkün. Olsun, ne fark eder, bütün restorasyonun en zor kısmını el ele verip birlikte başardık, harika da oldu; var mı itirazı olan?







5 Temmuz 2016 Salı

Tekerlekler

Bunları yapalı epey oldu aslında, fakat ancak fırsat bulup da yazabiliyorum maalesef. Sebebine gelince; ihtiyarla ayran içtik, ayrı düştük de ondan. İşler güçler sebebiyle bir aydan beri Almanya'da yaşıyorum. Kime niyet, kime kısmet; seneler önce buralarda doğmuş ihtiyar Ankara'da, (ihtiyar kadar olmasa da) seneler önce Ankara'da doğmuş olan bense ihtiyarın anavatanına sadece 400 km uzakta, Almanya'dayım...  

Neyse, nerede kalmıştık? Vites kutusuyla da işim bitti, demek ki boyadaki parçalar dönene kadar yapılacak tek büyük iş kaldı; o da jantları iyice bir elden geçirmek. Malzemelerimiz her zamanki gibi, bolca WD-40, balata spreyi, temizlik bezi ve zımpara kağıdı. Arkadaşlar fena halde leş gibi!

Alüminyum kapağı tutan dört somunu söktükten sonra karşıma çıkan şahane manzara... Sürpriz değil, daha arka tekerleği yerinden sökerken bir sürü bilye yerlere saçılmıştı zaten. Önemli de değil, yeni rulmanlar elimde.

Bu arada, sayamayacağım onlarca/yüzlerce maddenin karışımından meydana gelen pislik ve tortuya dikkat çekmek isterim. 





Çekiç ve keskiyle rulmanları yuvasından çıkarıyorum. Yuvada iki farklı tipte rulman var; ilki bilyeli, ikincisiyse "iğneli" rulman. İkisinin ortasındaysa, rulmanlar arasındaki mesafeyi sabitlemek üzere iç içe duran iki tane metal halka bulunuyor. Fotoğrafta parçaları aynı sırayla üst üste dizdim ama pislikten pek seçilmiyor.






Böyle daha iyi. Soldan sağa iğneli rulman, ara parçalar, bilyeli rulman ve kapak. Onların altındaysa, görevi devralacak yeni rulmanlar.










Bu hale getirene kadar canım çıktı ama... Bulaşık teli, balata spreyi, zımpara kağıdı, defalarca tekrar, bundan daha fazla da toparlayamadım.

Asıl sorun akord telleri. Normalde hepsini söküp pastan arındırıp tekrar yerine takmam gerekirdi, ama tekerlek akordu oldukça hassas, özel alet edevat gerektiren bir işlem. Bunu da ne ben yapabilirim, ne de güvenilir bir yer biliyorum. O yüzden maalesef telleri bu halde elimden geldiğince zımparalayıp parlatmakla yetindim.


Öteki jant nedense çok daha kötü durumda. Aynı işlemleri ona da uyguluyorum mecburen.















Ardından rulmanlar. Yuvayı biraz ısıtıp ilk rulmanı içeri bırakıyorum. Rulman dış halkasına uygun ebatta bir lokma ucunun üzerinden birkaç çekiç darbesi yetiyor.

Bu arada yuvanın çeperinde, rulmanların ve ara halkalarının arasında bolca gres kullaniyorum. Malum, motorun ve sürücünün bütün yükünü burası taşıyor, üstüne üstlük sürekli de hareket halinde. Gres iyidir...



Bu da ikinci rulman...













 



Diğer janta henüz başlamamışken çektiğim aşağıdaki fotoğrafta durumları kıyaslayınca geldiğim nokta gayet iyi bence. İnanır mısınız; bu hale gelmek bile birkaç güne yayılmış halde saatlerimi aldı. En azından, uzaktan pek de fena görünmüyor. Bu da yetmedi tabi, bir de kim bilir kaç yıllık, artık silgiye dönmüş lastikleri de ucuz yollu yeniledim.
Bundan sonra, boyaya dair anlatacak bir iki ufak notum var, sonrasında ise ihtiyarı toparlayıp (neredeyse) tamamen ayağa kaldırmak o kadar hızlı oldu ki inanamazsınız; son halini Instagram'da paylaşmıştım, malum, orasi daha tembel işi. Asıl merak konusu ise şu: 62 yıllık makina bunca zaman sonra hasta yatağından kalkıp tekrar yürüyebilecek mi acaba?