26 Temmuz 2015 Pazar

İki Somun: Ön Amortisör

Neredeyse iki aydır ihtiyar'la ilgili tek satır yazmadım. Şimdi yazıya böyle başlayınca, görkemli bir müzik eşliğinde kırmızı saten kumaşın altından pırıl pırıl parlayan yepyeni bir R25/3 çıkaracağımı düşünen okuyucular olabilir, onlara tavsiyem, hayata böyle pespembe gözlüklerle bakmaktan hiç vazgeçmesinler.

En son bıraktığımızda, arka diferansiyeli sökmeyi başarmış, bütün keçelerini ve cıvatalarını yenileyerek tekrar toplamıştım. O zamandan beri de içine tekrar yağ doldurularak olması gereken yere monte edileceği günü beklemekle meşgul.

Hatırlarsınız, ihtiyarın aslında 4 ana sistemden oluştuğundan bahsetmiştim. Arka diferansiyelden sonra, boyaya girebilmek için ön koşul olan ve kalan üçü içerisinde nispeten basit olacağını düşündüğüm ön amortisörle devam etmeye karar verdim. Ne de olsa, 2008 model motorumun aynı prensiple tasarlanmış amortisörünü tamamen söküp boşaltıp yeni yağla doldurmak bir saatimi ya alıyor ya almıyor, bu ne kadar farklı olabilir ki?

Yine çok yanılıyormuşum. Hem de çok...

Biraz kitabi bilgiyle başlayalım.

Amortisör denilen şey aslında son derece basit bir mekanizma. İç içe geçmiş ve araları bir keçeyle sızdırmaz hale getirilmiş iki tane boru, içlerinde salınımı sağlayan bir tane yay ve üstte hapis kalan havayı sıkıştırarak bu salınıma direnç oluşmasını sağlayan yağ. 
Altta kalan kısım (fotoğrafta parlak renkte olan) tekerleği taşırken, üstteki kısım da gidona bağlanıyor. 
Bu da, amortisörün içindeki yay ve hem onu hizada tutmaya yarayan, hem de tekerleği tutan parlak metal alt parçanın düşüp gitmesini engelleyen çelik çubuk. En altta, alt amortisör parçasını sabitleyen somunu görebilirsiniz; en üstte de sistemi gidona sabitleyen kocaman somun...
İşte buraya. Alttaki iki kelepçe (Alt mesnet deniyor) amortisörü tutarken, ortadaki mil, şasinin içinden geçerek yukarıdan sabitleniyor. Üstte sabitlenen kısımda da bir çift kelepçe, "üst mesnet" var. Böylece, iki amortisör borusu da ikişer noktadan sabitlenmiş oluyor. Tabi aradaki milin alt ve üst kısmında gidonun dönmesini sağlayan birer rulman da var. Oraya geleceğiz.

Yeri gelmişken, meşhur Küçük Prens'in Fransız yazarı Antoine de Saint Exupery demiş ki, "Mükemmelliğe, eklenecek hiçbir şey kɑlmɑdığındɑ değil, çıkɑrılɑcɑk hiçbir şey kɑlmɑdığındɑ ulaşılır.". 50 yıl arayla üretilmiş iki amortisörü karşılaştırınca, genç olanın çok daha az sayıda bileşenle, çok daha sade biçimde tasarlandığını görüyorsunuz. Hem de çalışma prensipleri bire bir aynı olmasına rağmen.



"Anladık be adam, iki aydır neredesin peki?" - tamam, sadede geliyorum. 

Resimde gördüğünüz, amortisör yayları, aynı zamanda o koca cıvatalarla amortisörleri üst mesnete bağlıyor. İşte ben de iki ayımı bu iki adet cıvatayı sökmeye çalışmakla geçirdim.

Somunlar tamı tamına 45mm eninde. Elimdeyse o ölçüye kullanılabilecek yalnızca koca bir boru anaharı var. Bir süre onunla uğraştıktan sonra pes ederek 46mm'lik bir anahar aldım. İlginçtir, 45mm diye bir standart ölçü yok. Neyse canım, bir milimden ne fark edecek ki?

Kocaman somun, hem orada çok da sıkı olmasına gerek de yok, öyle değil mi? Anahtarın sapına yüklenince 10 küsür kiloluk çelik şasinin diğer tarafı havalanıyor. Bir sakatlık çıkmasından korkmasam bütün ağırlığımı verebileceğim. Somunların ikisi de bana mısın demiyor. Kaç akşam böyle cebelleştim bilmiyorum.

Tamam, aynısı arka diferansiyelin tuhaf somununda da başıma gelmişti, hazırlıklıyım. Sonunda tüm kararlılığım, WD40'ım ve sıcak hava tabancamla kolları tekrar sıvıyorum. Herhalde birkaç gün uğraşıyorum, sıcak hava tabancasının tuhaf kokusu bütün eve yayılıyor. Sayısız başarısız denemeden sonra, bir akşam nihayet somunlardan biri kıpırdanıyor. Dünya varmış!

Biri bu şekilde çıktıysa diğeri ne kadar farklı olabilir ki? Aynı taktikle günlerce devam ediyorum. Ama her seferinde, kan ter içinde pes eden de ben oluyorum. Ta ki düne kadar. 

Yine motosiklet vesilesiyle tanıştığım arkadaşım Burak, bir otomobil servisinde yönetici olarak çalışıyor. Baktım ki bu iş böyle olmayacak, hazır böyle bir imkan da var, nihayet dün sabah ihtiyarın şasisini arabaya attığım gibi servisin yolunu tuttum. Hatta, hazır götürmüşken, vites kutusunda beceriksizliğim yüzünden kırdığım iki cıvata vardı; onu da bir plastik kovanın içine koyup yanıma aldım. Sağolsunlar, servisteki ekiple beraber sanayide bir torna ustasına gittik. 

Usta, ki kelimenin tam anlamıyla ustaydı, somunu bu sefer benim gariban hava tabancasıyla değil, propan aleviyle herhalde birkaç bin dereceye ulaşabilen bir pürmüzle dikkatle, ihtiyar ve yorgun metal akkor halini alana kadar ısıttı, sonra suyla aniden soğuttu, sonra tekrar ısıttı, tekrar soğuttu. Siyah boyadan arta kalanı resimde görebilirsiniz. 

Ardından, ben kıpırdamaması için şasiyi tutarken somunun tam köşesine dayadığı keskiye çok sert ama bir o kadar muntazam bir çekiç darbesi indirdi. Somun, büyük ihtimalle en az 30 yıldan bu yana ilk defa yerinden kıpırdıyordu. İkinci darbeyle neredeyse çeyrek tur döndükten sonra artık geri kalanını alet kullanmadan elle sökebildik. Sonra, vites kutusundaki kırık cıvatalardan birini uygun bir pim ve çekiç yardımıyla, diğerini de üzerine kaynattığı bir demir parçasıyla çıkardı. Dünya varmış!

Yukarıda iki somunun da yan yana durduğu resimde, inatçı olanın hangisi olduğunu ayırt edebilecek misiniz?

Eve gelince gidon ve amortisörleri nihayet tamamen dağıttım. Dağıtmak demişken, gidonun alt ve üst kısmındaki rulmanlar gerçekten darmadağın oldu! Resimde şasideki gidon yuvasının iç kısmında, gres içinde karman çorman duran bilyeler, rulman bilyeleri. Rulmanın alt gövdesini hemen arka plandaki gidon milinin dibinde, üst gövdesini de bilyaların arkasında görebilirsiniz.
Bu da hemen hemen aynı manzaraya sahip üst kapaktaki rulman. (Sevgili WD40'a da buradan bir el sallayalım.) Bilyelerin darmadağın olduğuna bakmayın, rulmanların ikisi de büyük ihtimalle sağlam. Yine de değişecekler.

Gidon mekanizması da günümüze kadar değişmeden gelen yapılardan biri. Ancak, günümüzde konik rulman adı verilen, daha dayanıklı  ve derli toplu bir tasarım kullanılıyor. Büyük ihtimalle o zamanlar henüz yoktu.

Bundan sonra, bir yandan eski rulmanlardan kurtulurken, bir yandan da ihtiyarın şasisini nihayet o sonradan kaynak yapılmış çirkin ayaklıklardan kurtarma zamanı geldi. Sonrasında da boyaya gitmek için artık hiçbir engelim kalmadı. Boya demişken, Burak'la işim henüz bitmedi, zamanı gelince okuyacaksınız.

Uzun süren sessizlik, pes ettiğim izlenimi vermiş olabilir. İtiraf etmeliyim ki, başlarda ihtiyarın yapısını araştırıp öğrenmeye çalışırken, bu kadar zorlu bir işe soyunduğum aklımın ucundan bile geçmemişti; Değil bir endüstri ürünü, insan ömrü için bile çok uzun böylesine bir sürede zamanın, ilgisizlik ve bakımsızlığın etkisini çok hafife almışım. İş çoğu zaman boyumu çok aşıyor, yorucu ve yıpratıcı olabiliyor. Fakat hayal kırıklığına veya umutsuzluğa kapılmış değilim. Zorlukları yavaş yavaş aştıkça, duvara toslama hissi yerini keyifli bir rahatlamaya bırakıyor. Uzun bekleme aralarından sıkılabilirsiniz, ama bu iş böyle hayalimdeki mutlu sona kadar gidecek, hiç şüpheniz olmasın.

Artık sıra, şasiyi olması gerektiği hale getirmek üzere metal kesme aletine geldi.