8 Aralık 2015 Salı

Yok artık!

Yazmayalı 4 ay mı olmuş yahu!

Dışarıdan bakınca iki olasılık görülüyor: ya bu adam bu işi kıvıramayıp sukoyverdi demişsinizdir, ki büyük ihtimalle de öyle olmuştur, ya da yazma işinden sıkıldı bıraktı diye düşünmüşsünüzdür. 

Hayır, ikisi de değil. Bu koca ara boyunca, ihtiyar yine zamanımın çok büyük kısmını aldı, öyle ki (patron duymasın) zaman zaman mesaimden de çaldı. Ancak, harcadığım zamanın tamamını kafa patlatma, okuma, daha çok kafa patlatma kısırdöngüsünde geçirdiğim için dışarıdan bakınca gittiğim yol ancak bir arpa boyu...

Bu yazıya aslında "üç özel alet" serisinden bir isim vermem gerekirdi. Birçok defa bahsettim, ihtiyarı tasarlayan abiler, belli başlı yerleri söküp takmak üzere bazı özel aletler tasarlamış ve kullanmış, öyle ki, internette orijinalinden taranmış pdf dokümanı olarak kolayca bulabileceğiniz sayfalarca alet katalogları mevcut. (Şu işleri bir kolayladıktan sonra nerede hangi bilgi ve dokümanın bulunabileceğine dair kapsamlı bir referans listesi hazırlamak istiyorum.)

Motora giriştim... Hesapta çok kolay olacaktı...

İkinci "özel aletimi", yine orijinalinin işini görecek şekilde uyduruk kaydırık tasarlamıştım. Resimde gördüğünüz, volanı ve onun bağlı olduğu krank milini sabitleyerek rahat çalışmamızı sağlayacak iki adet metal plaka. Benden beklenmeyecek biçimde, gayet güzel iş gördü, hatta 4 tane yaptırmış olmama rağmen ikisi yetti.

Ortadaki o kocaman somunu görüyorsunuz ya, ilk golümü ondan yedim. Ne yaptıysam olmadı, bir milim kıpırdamadı. Kaç gün (veya hafta) geçtiğini bilmiyorum, sonunda motoru kaptığım gibi amortisörün somunlarını tek hamlede mat eden tornacıma götürdüm. Evet, yine yalnızca bir tanecik çekiç darbesiyle işi bitirdi...

Motorun ön tarafındaysa, önce üretilen elektriği 6 Volt doğru akıma çeviren regülatör devresini tutan kaseyi söktüm, sonra da krank milinin ucuna sabitlenmiş olan rotor sargısını çıkardım. Görünen o ki, kablolamayı elden geçirmek zorundayım. Sorun değil, zaten dışının da durumu pek iyi değil, kromaj yapılacak parçalardan biri de o. Hem elektrik devresine dair de muazzam bir kaynak dokümanım var.



Arkasından, egzantrik dişlileri ve zincirini kapatan kapağı çıkardım. Aradaki conta kimbilir kaç yıllıksa, paramparça oldu. Neyse ki elimde yenisi var.










Zincir fazla mı bol, bana mı  öyle geliyor? Fotoğrafta pensenin sağ hizasındaki vida deliğinin zincire denk gelen yerine dikkatlice bakarsanız, irice bir oyuk farkedeceksiniz. Zincirin tam dişliye denk gelen kısmı, silkelene silkelene zaman içerisinde orayı oymuş.

Bunda suçu yalnızca zincire atmak haksızlık olur. İhtiyarın bir sonraki modeli olan R26'dan itibaren buraya basit bir yaydan oluşan bir zincir gergisi koymuşlar. Maalesef bundan önceki toplu parça alışverişimde akıl edemedim, fakat ikincisine onu da yazıyorum.

Zinciri de yenilemek üzere çıkardıktan sonra ilk "özel alet" macerası başlıyor. Şüphe uyandıracak kadar ucuz bir genel amaçlı çektirme almıştım, gördüğünüz rulmana tutturarak rulmanı yerinden kurtarıyorum.

Çektirme de ne ola ki diyenler olursa; çektirme, adı üstünde, çekmeye yarayan bir araç. Bir mil üzerine, sıcaklık farkı yaratılarak geçirilmiş ve soğuyunca daralarak kıpırdamayacak şekilde sabitlenmiş olan rulman, dişli gibi parçaları, sıcak hava tabancasının da yardımıyla yerinden çekerek çıkarabilmenizi sağlıyor. Fotoğrafta gördüğünüz iki ayağı rulmana, göbeğindeki vidayı da krank milinin ucuna tutturdum. Göbek vidasını çevirdikçe, vidanın üzerinde ilerleyen ayaklar, rulmanı da adım adım çekerek sonuna yerinden kurtarıyor.

Bu, ucuz etin yahnisi misali, bu çektirmenin ilk ve son başarısı oldu.

Tam o deliklerin altında birer tane vida, egzantrik milini gövdeye tutturan kapağı tutuyor. 

Fotoğraftaki "temsili" gösterime bakmayın, vidaların ikisi de o kadar inada bindirmiş ki sökmem bir akşamımı aldı. Bu sefer, tornacıdan öğrendiğim tüm numaraları uygulayarak kendim becerdim. Önce pas ve yağ artıklarının biraz yumuşaması için WD-40, sonra bölgeyi 80 derece civarlarına ısıtacak şekilde bolca sıcak hava, sonra da eski bir tornavida üzerinden kuvvetli çekiç darbeleri.

Arada karter tavasını da söktüm. Ne zaman konulduğu meçhul yağ artık öyle bir katran hali almış ki, dipte biriken tortuyu temizlemek pek kolay olmadı...











Hem de muhteşem fırın temizleme köpüğünü kullanmama rağmen!












1960'lardan kalma özel alet kataloğunda, motor bloğunu sökerken kullanılacak 3 kritik parça var. Bunlardan birincisi volanı deminki o koca vidanın altındaki krank milinden çıkarmak için, ikincisi yine az önce iki vidasını söktüğümüz egzantrik dişlisini oturduğu yatağından çıkarmak için, üçüncüsü de nihayet krankı ve krank kolunu koruyan kapağı çıkarmak için.

Haliyle, o aletlerin orijinallerini bulmanın imkanı yok. ABD'de, bunlarla birlikte birkaç özel aletle aynı işi gören parça setleri satılıyor ancak hem setin kendisi çok pahalı, üstüne üstlük buraya göndertmenin astarı yüzünden pahalı. Özel set dediğim de çok basit tasarımlara sahip, lazerde kesilmiş birkaç parça metal, birkaç tane de cıvata ve somundan ibaret. Bu ihtimali elemekle birlikte, internetteki fotoğraflarını uzun uzun incelememin, sonunda bulduğum hesaplı ve basit çözüme büyük katkısı olduğunu söylemeliyim.

Sonrasında uzunca bir süre, o seti kendim üretsem nasıl üretirim diye kafa yordum. Altı üstü, üzerine birkaç tane delik açılmış metal plakalardan ibaretti. Bir ara, eve ciddi ciddi "ayaklı matkap tezgahı", hatta yanına kaynak makinası almayı düşündüm. Yaptıkları işe kıyasla çok anormal maliyetler olmamakla birlikte, muhtemelen bir daha işime yaramayacaklardı, hatta ihtiyaç duyduğum aletleri üretebileceğim de meçhuldu.

Şimdi filmi ileri sarıyoruz. Haftalar böyle düşünce ve tasarılarla geçti, ilgili ilgisiz her şeyi okudum, aylak aylak yapı marketlerde gezdim, hırdavatçı e-ticaret sitelerini hatmettim. (çok da dramatize ediyor sayılmam) Fakat nihayet öyle bir ışık yandı ki, sonunda işi nispeten çok az maliyetle tereyağından kıl çeker gibi hallettim.

Fotoğrafta gördüğünüz alet, yine bir çektirme, fakat deminkinden biraz daha farklı bir tip.

Alt kısımdaki yuvarlak parçaya çene adı veriliyor. Bunu, çektireceğiniz rulman veya dişlinin arkasına geçirip, iki yanındaki somunlarla iyice sıkıştırıyorsunuz. Çenenin üzerindeki iki vida deliğine vidalanan kolları, üzerlerindeki somunlarla gövdeye tutturup aynı şekilde göbek vidasını çevirerek çekiyorsunuz.











İlk olarak volanın çıkması gerekiyor. Yalnız, burada biraz kurnazlık yaparak çektirmenin kendi millerini değil, volanı çektirmek için konulmuş iki deliğe uygun birer cıvata kullanıyorum. Varan bir - volan çıktı.








Sırada egzantrik mili var. Bu sefer çektirmenin yalnızca gövdesini kullanıyorum. Egzantrik milini çekebilmek için, tam merkezine vida deliği açmışlar. Gördüğünüz cıvatayı aşağı kadar uzatıp mile iyice sıkıştırdıktan sonra, beyaz somunu çevirerek vidayla birlikte egzantrik milini yukarı doğru çekiyorum. Varan iki - egzantrik de tamam.





Son durak, krank milini tutan motor blok kapağı. Bunu da volanda yaptığıma benzer biçimde söküyorum. Buna tutturduğum vidalar daha ince ve uzun, ama mesafe çektirmeyi kullanmak için yeterli oluyor. Varan üç - motor artık darmadağın.

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Korkunun Ecele Faydası Yok

Bugün güzel havayı da fırsat bilip, epeydir yaptığım alış verişlere nihayet bir anlam yüklemeye karar verdim.

Çoktandır cesaret edemediğim, daha doğrusu işin en eğlenceli kısmı olabilecek kadar, büyük facia olabilme potansiyeli olan işlere giriştim. Taşlama makinesini kutusundan çıkarmanın zamanı geldi.

Sonradan kör topal kaynak yapılmış olan, ikisi üçüncü yolcu için (!), biri de kırılan sol arka ayaklık montaj demiri yerine kaynatılmış toplam üç tane uyduruk demirden artık kurtuluyorum. 
Bu kadar kendimden emin anlattığıma bakmayın. Daha önce ne metal kesmişliğim var, ne de taşlama aleti (nam-ı diğer spiral) kullanmışlığım. 

Çok hafife alınacak bir alet olmadığının farkındayım. Bu yaştan sonra da başımı durduk yere belaya sokmaya hiç niyetim yok. O yüzden, çoktandır bugünü bekleyen plastik bir iş gözlüğü, oldukça memnun olarak bir süredir kullandığım bir eldiven ve motordan kalma eski bir bandana ile "tam teşekküllü" çalışacağım, Hatta bunların yanında bir de maskem vardı ama takınca gözlüğüm buğu içinde kaldı. Ne saçmalık...

Zaten kendimden çok gariban ihtiyar için endişeleniyorum.
Neyse, kesici ucu takıp önce üç ayağın da kabasını almak üzere işe koyuluyorum. Alet gerçekten hayranlık verici, muazzam bir güçle, neredeyse peynir gibi kesiyor. 

Korktuğum da bu zaten. Özellikle arkadaki fazladan eklenmiş ayaklıkların etrafı çok kalabalık ve çalışılacak alan oldukça dar. Arada kazara şasiye kaçırsam telafisi olmayacak, işin ucunda arka amortisörlerin bağlantıları ve ana gövde var. Dikkatli ilerlemem lazım.

Önce sol yolcu ayaklığını üstünkörü kesiyorum. Çalışmak için ne kadar yer açsam kardır, bir yandan fırsattan istifade aletin de huyuna suyuna alışmaya çalışıyorum.

O gördüğünüz renk dalgalanmaları, keserken nasıl bir sıcaklık oluştuğuna dair bir fikir verecektir. 
Bu da sol arkadaki üçüncü yolcu ayaklığı. 

Çalışırken farkettim ki, çok derin bir kesik açarsam, hızla dönen disk, kesiğin yan yüzeylerinden tutunup aleti aniden dönme yönünde fırlatabiliyor. Bu da hem kontrolü zorlaştırıyor, hem de şasiye zarar verme tehlikesi de artıyor.

En iyisi, şasi demirine paralel biçimde yapabildiğim kadar derin bir kesik açmak, sonra da o kesiğin üzerinde kalan parçayı dikine kesip atmak. Bu yöntem işimi bayağı rahatlatıyor.
Bu da sağ taraf. Burası daha da zor; çalışma alanım bir taraftan amortisör bağlantısı, diğer taraftansa sepet bağlantı topuzu ile kısıtlanmış durumda. Her ne kadar sepet bağlamayacak olsam da göz göre göre zarar vermek istemiyorum.
Bahsettiğim yöntemle yavaş yavaş ilerleyerek kaba demirin neredeyse tamamından kurtuldum. 

Bu arada, şasiyi doğru dürüst temizlemediğim için alt amortisör bağlantıları hala gres yağı içinde. Taşlama çalışırken, gres de ısınıp eriyerek aşağı damlıyor. Kalın eldivenle dahi, şasiyi çalıştığım yerin epey geniş civarından tutabilmek mümkün değil. 

Bu yöntemle gelebildiğim en iyi durum bu. İkinci aşamaya geçmenin zamanı geldi.

Kesme ucunu çıkarıp, daha kalın ve dayanıklı olan yüzey düzeltme ucunu takıyorum. Bunu kullanmak biraz daha kolay. Hem diğeri kadar agresif tepkiler vermiyor, hem de sadece zımparalama fonksiyonu olduğu için sadece enine değil, diskin tüm yüzeyini istediğim gibi kullanabiliyorum. 

Kesiciyle ulaştığım kaba saba yüzeyi gayet düzgün bir hale getirmeyi başarıyorum.
Bu da kırık yolcu ayaklık bağlantısının olduğu yer. Burası da gayet güzel oldu, fakat çıkma bir bağlantı parçası alıp buraya kaynatmayı planladığım için diğer iki nokta kadar titizlenmedim.

İtiraf edeyim, bu kadar saat uğraşmama rağmen kusursuz bir iş çıkardım denemez. Arada şasiye bir iki ufak zede bıraktım ama yapıyı zayıflatacak kritik şeyler değil. Boyandıktan sonra fark bile edilmeyecektir.
Son olarak da, bir önce - sonra karşılaştırması.

Sağda gördüğünüz büyük disk, yüzey zımparalama diski, soldakiyse kesme ucu. İşe başlarken bunların ikisi aynı büyüklükteydi!

Bu arada, başlarda farkedilmiyor ama makine o kadar ağır ve titreşimli ki, iş bittiğinde özellikle sağ elim tutmaz oldu. Her gün düzenli olarak kullanmayı düşünemiyorum bile.





Sonuçtan gayet memnunum, hem taşlama aletinin kullanımının çok da zor olmadığını öğrenmiş oldum, hem de uzun zamandır kafama takılan iş tamamlandı. Artık bir an evvel eksik parçayı bulup kaynaklatarak şasiyi kumlama ve boyaya tamamen hazır hale getirmek kaldı. 

26 Temmuz 2015 Pazar

İki Somun: Ön Amortisör

Neredeyse iki aydır ihtiyar'la ilgili tek satır yazmadım. Şimdi yazıya böyle başlayınca, görkemli bir müzik eşliğinde kırmızı saten kumaşın altından pırıl pırıl parlayan yepyeni bir R25/3 çıkaracağımı düşünen okuyucular olabilir, onlara tavsiyem, hayata böyle pespembe gözlüklerle bakmaktan hiç vazgeçmesinler.

En son bıraktığımızda, arka diferansiyeli sökmeyi başarmış, bütün keçelerini ve cıvatalarını yenileyerek tekrar toplamıştım. O zamandan beri de içine tekrar yağ doldurularak olması gereken yere monte edileceği günü beklemekle meşgul.

Hatırlarsınız, ihtiyarın aslında 4 ana sistemden oluştuğundan bahsetmiştim. Arka diferansiyelden sonra, boyaya girebilmek için ön koşul olan ve kalan üçü içerisinde nispeten basit olacağını düşündüğüm ön amortisörle devam etmeye karar verdim. Ne de olsa, 2008 model motorumun aynı prensiple tasarlanmış amortisörünü tamamen söküp boşaltıp yeni yağla doldurmak bir saatimi ya alıyor ya almıyor, bu ne kadar farklı olabilir ki?

Yine çok yanılıyormuşum. Hem de çok...

Biraz kitabi bilgiyle başlayalım.

Amortisör denilen şey aslında son derece basit bir mekanizma. İç içe geçmiş ve araları bir keçeyle sızdırmaz hale getirilmiş iki tane boru, içlerinde salınımı sağlayan bir tane yay ve üstte hapis kalan havayı sıkıştırarak bu salınıma direnç oluşmasını sağlayan yağ. 
Altta kalan kısım (fotoğrafta parlak renkte olan) tekerleği taşırken, üstteki kısım da gidona bağlanıyor. 
Bu da, amortisörün içindeki yay ve hem onu hizada tutmaya yarayan, hem de tekerleği tutan parlak metal alt parçanın düşüp gitmesini engelleyen çelik çubuk. En altta, alt amortisör parçasını sabitleyen somunu görebilirsiniz; en üstte de sistemi gidona sabitleyen kocaman somun...
İşte buraya. Alttaki iki kelepçe (Alt mesnet deniyor) amortisörü tutarken, ortadaki mil, şasinin içinden geçerek yukarıdan sabitleniyor. Üstte sabitlenen kısımda da bir çift kelepçe, "üst mesnet" var. Böylece, iki amortisör borusu da ikişer noktadan sabitlenmiş oluyor. Tabi aradaki milin alt ve üst kısmında gidonun dönmesini sağlayan birer rulman da var. Oraya geleceğiz.

Yeri gelmişken, meşhur Küçük Prens'in Fransız yazarı Antoine de Saint Exupery demiş ki, "Mükemmelliğe, eklenecek hiçbir şey kɑlmɑdığındɑ değil, çıkɑrılɑcɑk hiçbir şey kɑlmɑdığındɑ ulaşılır.". 50 yıl arayla üretilmiş iki amortisörü karşılaştırınca, genç olanın çok daha az sayıda bileşenle, çok daha sade biçimde tasarlandığını görüyorsunuz. Hem de çalışma prensipleri bire bir aynı olmasına rağmen.



"Anladık be adam, iki aydır neredesin peki?" - tamam, sadede geliyorum. 

Resimde gördüğünüz, amortisör yayları, aynı zamanda o koca cıvatalarla amortisörleri üst mesnete bağlıyor. İşte ben de iki ayımı bu iki adet cıvatayı sökmeye çalışmakla geçirdim.

Somunlar tamı tamına 45mm eninde. Elimdeyse o ölçüye kullanılabilecek yalnızca koca bir boru anaharı var. Bir süre onunla uğraştıktan sonra pes ederek 46mm'lik bir anahar aldım. İlginçtir, 45mm diye bir standart ölçü yok. Neyse canım, bir milimden ne fark edecek ki?

Kocaman somun, hem orada çok da sıkı olmasına gerek de yok, öyle değil mi? Anahtarın sapına yüklenince 10 küsür kiloluk çelik şasinin diğer tarafı havalanıyor. Bir sakatlık çıkmasından korkmasam bütün ağırlığımı verebileceğim. Somunların ikisi de bana mısın demiyor. Kaç akşam böyle cebelleştim bilmiyorum.

Tamam, aynısı arka diferansiyelin tuhaf somununda da başıma gelmişti, hazırlıklıyım. Sonunda tüm kararlılığım, WD40'ım ve sıcak hava tabancamla kolları tekrar sıvıyorum. Herhalde birkaç gün uğraşıyorum, sıcak hava tabancasının tuhaf kokusu bütün eve yayılıyor. Sayısız başarısız denemeden sonra, bir akşam nihayet somunlardan biri kıpırdanıyor. Dünya varmış!

Biri bu şekilde çıktıysa diğeri ne kadar farklı olabilir ki? Aynı taktikle günlerce devam ediyorum. Ama her seferinde, kan ter içinde pes eden de ben oluyorum. Ta ki düne kadar. 

Yine motosiklet vesilesiyle tanıştığım arkadaşım Burak, bir otomobil servisinde yönetici olarak çalışıyor. Baktım ki bu iş böyle olmayacak, hazır böyle bir imkan da var, nihayet dün sabah ihtiyarın şasisini arabaya attığım gibi servisin yolunu tuttum. Hatta, hazır götürmüşken, vites kutusunda beceriksizliğim yüzünden kırdığım iki cıvata vardı; onu da bir plastik kovanın içine koyup yanıma aldım. Sağolsunlar, servisteki ekiple beraber sanayide bir torna ustasına gittik. 

Usta, ki kelimenin tam anlamıyla ustaydı, somunu bu sefer benim gariban hava tabancasıyla değil, propan aleviyle herhalde birkaç bin dereceye ulaşabilen bir pürmüzle dikkatle, ihtiyar ve yorgun metal akkor halini alana kadar ısıttı, sonra suyla aniden soğuttu, sonra tekrar ısıttı, tekrar soğuttu. Siyah boyadan arta kalanı resimde görebilirsiniz. 

Ardından, ben kıpırdamaması için şasiyi tutarken somunun tam köşesine dayadığı keskiye çok sert ama bir o kadar muntazam bir çekiç darbesi indirdi. Somun, büyük ihtimalle en az 30 yıldan bu yana ilk defa yerinden kıpırdıyordu. İkinci darbeyle neredeyse çeyrek tur döndükten sonra artık geri kalanını alet kullanmadan elle sökebildik. Sonra, vites kutusundaki kırık cıvatalardan birini uygun bir pim ve çekiç yardımıyla, diğerini de üzerine kaynattığı bir demir parçasıyla çıkardı. Dünya varmış!

Yukarıda iki somunun da yan yana durduğu resimde, inatçı olanın hangisi olduğunu ayırt edebilecek misiniz?

Eve gelince gidon ve amortisörleri nihayet tamamen dağıttım. Dağıtmak demişken, gidonun alt ve üst kısmındaki rulmanlar gerçekten darmadağın oldu! Resimde şasideki gidon yuvasının iç kısmında, gres içinde karman çorman duran bilyeler, rulman bilyeleri. Rulmanın alt gövdesini hemen arka plandaki gidon milinin dibinde, üst gövdesini de bilyaların arkasında görebilirsiniz.
Bu da hemen hemen aynı manzaraya sahip üst kapaktaki rulman. (Sevgili WD40'a da buradan bir el sallayalım.) Bilyelerin darmadağın olduğuna bakmayın, rulmanların ikisi de büyük ihtimalle sağlam. Yine de değişecekler.

Gidon mekanizması da günümüze kadar değişmeden gelen yapılardan biri. Ancak, günümüzde konik rulman adı verilen, daha dayanıklı  ve derli toplu bir tasarım kullanılıyor. Büyük ihtimalle o zamanlar henüz yoktu.

Bundan sonra, bir yandan eski rulmanlardan kurtulurken, bir yandan da ihtiyarın şasisini nihayet o sonradan kaynak yapılmış çirkin ayaklıklardan kurtarma zamanı geldi. Sonrasında da boyaya gitmek için artık hiçbir engelim kalmadı. Boya demişken, Burak'la işim henüz bitmedi, zamanı gelince okuyacaksınız.

Uzun süren sessizlik, pes ettiğim izlenimi vermiş olabilir. İtiraf etmeliyim ki, başlarda ihtiyarın yapısını araştırıp öğrenmeye çalışırken, bu kadar zorlu bir işe soyunduğum aklımın ucundan bile geçmemişti; Değil bir endüstri ürünü, insan ömrü için bile çok uzun böylesine bir sürede zamanın, ilgisizlik ve bakımsızlığın etkisini çok hafife almışım. İş çoğu zaman boyumu çok aşıyor, yorucu ve yıpratıcı olabiliyor. Fakat hayal kırıklığına veya umutsuzluğa kapılmış değilim. Zorlukları yavaş yavaş aştıkça, duvara toslama hissi yerini keyifli bir rahatlamaya bırakıyor. Uzun bekleme aralarından sıkılabilirsiniz, ama bu iş böyle hayalimdeki mutlu sona kadar gidecek, hiç şüpheniz olmasın.

Artık sıra, şasiyi olması gerektiği hale getirmek üzere metal kesme aletine geldi.

31 Mayıs 2015 Pazar

Üç "Özel Alet": Arka Diferansiyel

Uzun zamandır okuma, araştırma ve bir engele toslama döngüsünden kurtulabilmiş değilim. Bunun yanına, hala devam eden, epeyce de gidecek gibi görünen alet edevat alışverişlerini de ekleyebiliriz.

Özellikle alışverişin sonu yok. Motorun başlıca bağlantılarında dönemi gereği günümüzün sıradan aletlerinin yeterli olduğu parçalar kullanılmışsa da, birçok kilit noktada da pek kimsenin alet çantasında bulunmayacak şeylere ihtiyaç var. Hatta, çeşitli kısımların söküm veya montajında kullanılmak üzere, marka ve modele özgü bazı "özel aletler" tasarlanmış ve kullanılmış. Bu terimi önümüzdeki dönemde sıklıkla duyacaksınız.

Artık motoru toplamaya geçebilirim diyebilmem için, dağıtıp etraflıca elden geçirmek zorunda olduğum 4 ana sistem var, ve ben dördünde de bir "özel alet" engeline takılmış durumdayım. Bu sistemler, motor bloğu, vites kutusu, ön amortisör ve arka diferansiyel. Hepsine birer potansiyel çözüm bulduysam da, dördünü teker teker tamamlayıp kenara koymaktan başka çarem yok. Ben de işe en az dağılıp en kolay toplanabilecek olan arka diferansiyelle başlıyorum.

Baktım ki bu özel aletler bakkalda çakkalda bulunacak şeyler değil, ben de en azından en kritik olanlarını kendim uyarlamaya karar verdim. Tabi benim bu konudaki becerim Paint'te çizim yapmaktan öteye gidemediği için imdadıma İstanbul'dan, mesleği paslanmaz çelik ürünler tasarlayıp üretmek olan arkadaşım Ünsal yetişti. Motosikletin, normal şartlarda yolları asla kesişmeyecek, bambaşka meslek gruplarından, bambaşka profillerde, hatta apayrı şehirlerde insanları bir araya getirmek gibi çok tuhaf ve bir o kadar da ufuk açıcı bir özelliği var, sırf bunun için bile çok özel ve değerli bir hobi. 

Neyse, el emeği göz nuru Paint'te tasarlayıp çizdiğim birkaç parçayı sağolsun Ünsal elden geçirip doğru dürüst CAD çizimine uyarladı, o da yetmedi gitti lazerciye kestirip bana gönderdi. Bunlardan ilki, arka diferansiyeli bir arada tutan çentikli somunu sökecek bir nevi anahtar. Benim harika tasarımımı ve olması gerektiği halini resimde alt alta görüyorsunuz. 
Sonuç bence dört dörtlük.  Çentikler tam yerli yerine oturuyor, dairenin iç çapı da tam olması gerektiği gibi... Gelin görün ki, bir ayrıntıyı atlamışım.
Sadece birkaç deneme sonunda güzelim alet bu hale geldi. Neyi mi atlamışım? O cıvatanın kaç yıldır orada durduğunu... Bunca zaman, yağ, toz, çamur, pislik katkısıyla artık beton dökülmüşçesine kazık gibi olmuş artık. Bizim alete bana mısın bile demedi. 
Ben de mecburen gidip resimdeki "ay anahtarını" aldım. Temelde aynı işi görüyor ve bence benim tasarım kadar kullanışlı olmasa da haliyle kat kat daha dayanıklı.

Peki bu ne yaptı? Hiçbir şey. Cıvatada hala tık yok, hatta zorlamaktan çentiklerin kenarları zedelendi. Acaba yanlış bir şey mi yapıyorum diye okumadığım kaynak kalmadı ama hayır. Orası sökülecek.


Madem öyle, ben de gözümü karartıp elde avuçta ne varsa kaba kuvvetle girişiyorum. Vidanın girdiği gövde kısmını sıcak hava tabancasıyla el değmeyecek kadar ısıtıp, ay anahtarıyla sökmek için neredeyse üzerinde tepiniyorum. Birkaç hüsran sonunda, sanırım dördüncü veya beşinci denememde cıvata nihayet pes edip kıpırdamaya başlıyor. 

Bu işlere girmek isteyenlere not: Elinizdeki en kıymetli araçlar, sabır ve sıcak hava tabancası...

Giriş kısmı gayet sağlam, pırıl pırıl. Rulmanlar da gayet iyi görünüyor. Bunun içinde değiştirilecek bir parça yok, böylece kenara koyuyorum. 
Hareketi tekerleğe ileten taraf da son derece muntazam. Nasıl olsa yağın içerisinde çalışıyorlar, temizliğe bile gerek yok.
Bu da dış gövdesi. Yukarıdaki resimdeki koca dişli bu ortadaki rulmana oturuyor, bir öncekindeki giriş şaftı da sağ taraftaki oluğa. Böylece hareketin yönü 90 derece dönmüş oluyor. Fotoğrafta çok kirli göründüğüne bakmayın; o yüzeydeki pislik, yıllar içinde hoşafa dönmüş kağıt contanın kalıntıları. Yenisini takmadan önce iyice kazınıp temizlenecek.
Bu da gövdenin iç tarafı. Burası fren balatalarının olduğu yer. Kirli görünen yerler de aslında sadece balata tozu. Üzerinde durmaya pek gerek yok.
Tabii ki bundan bal dök yala anlamı çıkmasın. Özellikle yağ artıkları ve onlara yapışan toz toprak, epeyce kir bırakıyor. Bu su, dün gövdeyi içine daldırırken pırıl pırıldı.











Bundan sonra iş, diferansiyeli yeni keçeleriyle birlikte toparlayıp kaldırmaya kaldı. Tabii ki yepyeni paslanmaz çelik somunlarla...

29 Mart 2015 Pazar

Alışveriş Çılgınlığı

Yok yok, pes etmiş değilim. Bir aydan fazla bir süredir kalem oynatmadığımın farkındayım, aslına bakarsanız pek anahtar da oynatmış sayılmam ama son derece ağır aksak da olsa hedefime doğru ilerliyorum.

Hatırlarsanız, hiç de zorlanmadan epey zengin ve gittikçe daha da çok kabaran bir alışveriş listesi oluşturmuştum. Yazı yazmadığım dönemde listeyi hafifletmek için çalıştım; yeni sürprizlerle karşılaşmazsam oldukça başarılı olduğumu söyleyebilirim.

İlk alışveriş dalgasını Almanya'da başlattım. Uli's Motorradladen, Frankfurt'ta, sadece eski BMW'ler üzerine çalışan bir yer. Son derece bilgili ve yardımcılar, gayet de hızlı çalışıyorlar. Orijinaline uygun hale getirmek istediğim pek çok detayı buradan tedarik ettim. Maalesef Euro'yla düşününce bile çok pahalı, ama özellikle orijinaline uygun replika parçalar o fiyatı hakediyor.

Örneğin far camı. Hakiki cam. Alt kısmında zamanın Bosch logosuna dikkatinizi çekerim. İhtiyarınki uzun zaman önce sizlere ömür, yerine bolca silikonla tutturdukları uyduruk plastik de böylece çöpe gidebilir.
Ayaklıklardan da daha önce bahsetmiştim. Biri kullanılır durumda, biri gövdeye kaynaklı ve yerinden kesmem gerekiyor, kalan ikisi de bunlar. Biri demirden tamamen uydurma , öteki de motorun yan ayaklığıyla kaynatılmış.
Güzelim ihtiyarı insan içine bunlarla çıkaracak değilim ya. 3 tane yeni peg aldım. Bu arada, sadece fotoğraftaki peg lastikleri değil, hava hortumu, elcikler, aküyü tutturan kayış vesaire dahil bütün kauçuk parçaları da yeniledim. Bursa'da bir üretici yapıyor, son derece de kaliteli. Tek sorun, deponun iki yanındaki diz konacak parçalar ihtiyara uymadı. Kalıpla ilgili bir sıkıntı olsa gerek. Onun da çaresi bulunur eninde sonunda.
Amortisör üst kapakları da artık iş görmez haldeydi. Ucuz değil ama bunlarla uğraşmaktansa yenisini almak daha kolayıma gitti. Aluminyum işleri yapan tanıdık bildik bir yer olsa herhalde taa Almanya'lardan getirmekten daha ucuza halledebilirdim. Sağlık olsun, ihtiyar için değer.
Bu belki de favori parçam. Zamanına uygun, Everbest replikası benzin musluğu. Bu kadar ufak bir detay, bence ancak bu kadar kibar ve motorun genel estetiğine uyumlu yapılabilir.
Bu da diğer bir detay. Gerçi pek de önemsiz sayılmaz; yine orijinaline uygun kontak anahtarı ve kilit kapağı.

İlginçtir, BMW uzun yıllar boyunca motorlarını tek bir kontak anahtarıyla üretmiş, yani bir tane anahtarınız varsa bütün BMW'ler sizin!
Kontak düzeneği kimbilir ne zaman yerli uyduruk bir şeyle tamamen değişmiş. Hatta onu uydurabilmek için far tasının üzerindeki deliği büyütmek gibi değişiklikler de yapılmış. Aldığım çok pahalı malzemelerden biri de orijinal kontak düzeneği. Çok basit olmasına rağmen herhalde özel üretildiği için bu kadar kazık. Bunu ve üstteki kapağı yerleştirebilmek için far tasında da birtakım düzeltmeler yapılması gerekiyor.
Bu da diğer bir evlat acısı. Sol elcikteki far ve korna düğmesi. Pahalı mahalı ama çok kibar duruyor meret.
Sol elciğin de yenisini aldım. Dedim ya, 60 yaşında motorun en ufak ayrıntısına kadar parçasını bulabilmek mümkün. Başka markalarda bu kadar bolluk olabileceğini hiç sanmıyorum doğrusu.

Sağ taraf iş görür durumda. Güzelce bir zımparalayıp mat siyaha boyayacağım.
Bunların yanısıra motor, şanzıman ve arka diferansiyelin conta-keçe takımlarını da aldım. Aslında bunları da burada çok daha ucuza mal etmem mümkündü ama hem örnek olarak kullanabileceğim bir takıma sahip olmadığımdan, hem de burada eksik gedik bir iş yapmaktan çekindiğim için paraya kıydım Uli'den aldım. Bu motorun seti.
Bu vites kutusu. Üşenmesem sanayiye götürüp birer kopyalarını çıkartacağım ama bir daha conta gerekene kadar kim öle kim kala...
Ve son olarak arka diferansiyel.


Bu arada, geçen hafta karbüratörü söküp tamamen dağıttım. Bir bakıma iyi oldu, sökmesi çok da karmaşık bir sistem değilmiş. Haliyle hemen temizleyip toplamak dururken öylece bıraktım ki nasıl dağıttığımı iyice unutayım, toplarken hepten heyecan olsun.

Fotoğrafta en yakında bulanık görünen paket, karbüratörün conta seti. İlginçtir, karbüratörde en büyüklerinden bir iki parça  eksikti. Belki bundan sonra daha sağlıklı çalışabilir.
Dün de sağanak yağmur altında çıkıp alışverişimin Ankara ayağına başlamak niyetiyle evden çıktım. Önce sanayiye gidip iyi bir rektifiyeci buldum. Subaplar iyi durumdaymış (buna çok sevindim) ama silindir için maalesef aynı şeyi söylemedi. Sağolsun subapları da pırıl pırıl temizledi bu arada. Pistonu her halükarda değiştirmemi önerdi, silindiri de ya bu haliyle honlamayı, ya da yarım milimetre daha genişletip bir kademe daha rektifiye etmeyi önerdi. Bundan kaçış yok galiba.
Oradan çıkıp, eski BMW'lerle ilgilenen herkesin bir şekilde tanıdığı bildiği Ünal Usta'ya gittim. İnternette hakkında yazılanlar biraz gözümü korkutmuştu açıkçası, genelde gayet aksi, asabi bir ihtiyar olarak anlatılmış. Çok dost canlısı biri diyemem ama abartıldığı kadar değil bence. Elimde tam adres olduğu halde yerini bulabilmem ise hiç kolay olmadı. Maalesef fotoğraf çekmeyi akıl edemedim ama görseniz bana hak verirdiniz.


Durumu anlatınca benim silindiri alıp yerine rektifiye edilmiş bir silindir ve uygun bir piston vermeyi teklif etti. İşime de geldi açıkçası. Üstte aldığım silindir bloğu, yandaki fotoğraftaysa benim 69mm eski pistonla yeni aldığım 69,50mm piston yanyana. Silindir bloğunu tel fırçayla iyice bir temizleyip mat siyah sprey boyayla boyayacağım.
Pırıl pırıl "Torpido" modeli egzozum da tamam.
Ve son olarak, ihtiyarın çatlak piston kolu yerine çıkma piston kolum da tamam.

Böylece, işin önemli kısmını tamamlamış oldum. Kalan alışverişim, tespit ettiğim rulmanlar ve motorun tüm cıvataları, hepsi o!
Bu arada, bir sürü de alet edevat alışverişi yaptım. Şasideki kaynakları kesip temizlemek için bir taşlama makinesi, evdeki Dremel için de bir metal parlatma ve cilalama seti.
İlk metal parlatma denememi de yerine yenisini aldığım sol elcik üzerinde yaptım. Fotoğrafta yılların kiriyle pisiyle ellemediğim taraf.
Bu da diğer tarafı. Titizlenmeden, kabataslak bir deneme yaptım. Cila kullanmadım bile. Ama sonuç çok başarılı. Biraz pratik yapayım, iyice kendime güvenim gelecek. Parlatmam gereken epey parça var; egzoz borusu (deveboynu), manetler, jant ve akort telleri...






Artık saatler de ileri alındı, bundan sonra bir daha bu kadar tembellik yapmadan yavaş yavaş da olsa daha düzenli ilerlemeyi umut ediyorum.