26 Ocak 2015 Pazartesi

Liseye Dönüş

Sökme takma işlerine uzunca bir ara vermek zorunda kalınca, hiç olmazsa bu arayı biraz olsun verimli değerlendirmeye çalışayım istedim.

Yeni oyuncaklarım geldiğine göre artık motorun ne kadar sağlıklı bir durumda olduğunu test edebiliriz. Bunun için de gördüğünüz, üşengeçlikten internetten satın aldığım "kompresyon test aleti" kullanılıyor. Fiyakalı ismine bakmayın, alet sızdırmaz bir vana, basınca dayanıklı bir hortum ve bir basınçölçer göstergesinden ibaret.

Motorun çalışma prensibine geri dönelim. O koca metal bloğun içinde bir silindir bulunuyor, o silindirin içinde de bir piston hababam yukarı aşağı gidip gelmekte. Piston aşağı doğru inerken, karbüratörden gelen hava-benzin karışımını silindirin içine, "yanma odası" denilen hazneye çekiyor. Sonra yukarı doğru hareket ederek yanma odasındaki karışımı sıkıştırıyor. Piston en tepede bir yerdeyken buji bir kıvılcım çakarak karışımı ateşliyor, böylece piston tekrar aşağı itiliyor. Bu, motorun hareketini sağlayan safhaydı. Son olarak da pistonun yukarı hareketiyle yanmadan arta kalan atık gazlar egzozdan dışarı atılıyor. Bu kadarcık bilmek için bir tane ehliyet sınavına hazırlık kitabına şöyle bir göz atmak yeterli.
Demin arada benzin-hava karışımını sıkıştırdık ya, işte asıl ilgilendiğimiz yer orası. Şimdi ehliyet sınav kitabını kapatın, bir tane lise kimya kitabı bulun. Bir yerlerde, PV=nRT diye bir formül bulacaksınız. Türkçe meali, kapalı bir haznede gaz miktarı ve sıcaklık değişmiyorsa, hacim azaldıkça basınç artar. Tam da bizim silindirin içini tarif ediyor.

İçten yanmalı motorların "sıkıştırma oranı" diye bir parametresi vardır; pistonun, demin bahsettiğim yukarı hareketin esnasında, "yanma odasını" ne kadar sıkıştırdığını belirtir. Kabaca da, yüksek sıkıştırma oranı, yüksek güç üretimi demek. Bu oran, modern arabalarda 10:1, motosikletlerde ise 12:1 civarlarındayken, benim gariban ihtiyarın motoru 7:1 sıkıştırma oranına sahip. Yani, piston yukarı doğru hareket ederken, içerideki hacmi 7 kat küçültüyor, böylece basıncı da 7 kat yükseltmiş oluyor.  İdeal koşullarda, içeri giren 1 Atmosfer basıncındaki karışım, sıkıştığında 7 Atmosfer basınca ulaşmalı. Ben de bunu görmek istiyorum.

Tamam, artık lise kimya kitabından da kurtulup rahat bir nefes alabilirsiniz. 

İhtiyarın bujisini söküp aynı yere test aletimi vidaladım. Test basit, birkaç kere ayak marşıyla motoru çalıştırır gibi yapıp basıncı ölçeceğiz. Beklentimiz, 7 Atmosfere yakın (aşağı yukarı 105 psi) bir değer okuyarak yanma odasının izolasyonunun sağlam olduğunu görmek. Basınç o kadar yükselemezse, bir yerlerde kaçak olduğunu, motorun performansının o oranda azaldığını söyleyebiliriz.

Büyük hayal kırıklığı - maalesef, ite kaka anca 55 psi ölçebiliyoruz. Zaten daha pedala basarken, üstlerde, silindir kapağı civarında bir yerlerden dışarı kaçan havanın sesi geliyor. Peki ama acaba sorun nerede olabilir?

Yanma odasının kaçak yapabileceği iki yer var. Birincisi, pistonun çevresinin sızdırmazlığını sağlayan sekman adındaki bir nevi metal conta, ikincisiyse silindirin üst kapağı ve orada bulunan subaplar. Şimdi silindirin bir yerlerden sızdırdığını biliyoruz, ikinci aşamada bu iki olasılıktan ilkini elemeye çalışacağız. 

Test aletini vidaladığım yerden çıkarıp içeri biraz motor yağı damlatıyorum. Motor yağı, silindirin duvarlarına yapışarak sızdırmaz bir katman oluşturacak. Böylece eğer sızıntı sekmandaysa, yağ desteğiyle birlikte bunu yalıtmış olacak, ikinci ölçümümüzde olması gerekene daha yakın bir değer ölçeceğiz. Fakat ilk denemede duyduğum ses, pek hayra alamet değil.

İkinci deneme sonucu maalesef tahmin ettiğim gibi, ilkiyle aynı. Bu da demek oluyor ki motoru söktüğümde silindir kapak contası ve subapları adamakıllı bir kontrol etmem gerekli. Conta zaten değişecek de subaplar veya üst kapak aşınmışsa o fena.

O zamanlar bu ders gerçek hayatta ne işimize yarayacak deyip dururduk ya, demek ki kısmet bugüneymiş...






21 Ocak 2015 Çarşamba

Ufak Tefekler

Korkumdan motor bloğunu indirmeyi öteleyip duruyorum. İşin kötüsü, korkum da yapamayacak olmaktan falan değil, motor da indiğinde artık harekete geçip gerekli parçaları almak ve boya/nikelaj işine girmek zorunda olmam. Evimde uğraşmak iyi güzel de dışarılarda koşturmaya çok üşeniyor insan. Tembellik başa bela.

Ben de, boş duracağıma bari ufak tefek şeyleri aradan çıkarayım, sonrasında da elektrik tesisatını (ki 1954 yılı itibarıyla bir uçtan diğer uca giden 3-5 kablodan ibaret) söküp gözden geçiririm dedim.

Bir yandan ucuz yollu Çin malı elcikleri parçalayıp yolarken, bir yandan da debriyaj ve gaz tellerini söküp manetleri çıkardım. Gidonun son hali tel maşa.
Karbüratörün içine dalmaya henüz çekindiğim için, gaz telini gidon tarafından kurtardıktan sonra dolayıp idareten bıraktım. Tabii ki ondan da kaçışım yok, ama karbüratör de bulaşmaya çekindiğim yerlerden biri malum...

Bu arada, motor bloğunun en tepesinde, subap kapaklarını tutan parçanın da güzelce bir temizlenip cilalanmaya ihtiyacı var. Tek derdim o olsun.
 Motoru sökmek de öyle atla deve değil. Resimde en altta koruma demirinin de bağlandığı somun, bir de ön tarafa doğru, dolanmış duran debriyaj kablosunun hemen altındaki somunu söküp motoru kucaklayabiliyoruz. Daha ne kadar erteleyebilirim ki?
Aslında motor hazır yerindeyken, marş ve vites pedallarını yerinden çıkarmakta fayda var. Çok kolay pes edeceğe benzemiyorlar.

Motorun üstüne bıraktığım sarı plastik parça, boş vites gösterge telinin kapağı. Hemen alt hizasında telin bağlandığı yer görülüyor. Bende bu balık hafızası varken, motoru toplarken bu resimlere epey ihtiyacım olacak.
Bu ilginç oldu işte. Arka tekerleğin epey ciddi bir derdi olduğundan, hatta takılı olduğu mili epeyce bir yediğinden bahsetmiştim. Kendime biraz alan açmak için, söktüğümden beri yerde duran arka tekerleği şöyle bir itelediğimde içinden bunlar döküldü. Bunların, ait oldukları rulmanın içerisinde durmaları gerekiyordu, ancak sanırım tekerleğin içinde sağlam rulman kalmamış.
Akünün durduğu raf, herhalde zaman içinde epey akü asidine maruz kalmış. Neyse ki iyice bir zımparalanıp boyandıktan sonra eski haline dönecektir.
Deponun altına bağlı olan hava filtresi de çıktı bu arada. Bu modellerde pek göz önünde olmasa da pırıl pırıl parladığında göze çok daha hoş görünüyor.
Adamlar, deponun sol tarafına içine epey ıvır zıvır alabilecek kilitli bir göz koymuş. Kilit çalışır durumda, ancak kilidin dilinin geçtiği kısımlar sanırım zaman içinde pastan yıprandığı için kilit tutmuyor. Boyadan önce tamir isteyecek.
 Gelelim Ayşe Teyze köşesine. Önce, özellikle arka tarafın içinde bulunduğu durumu hatırlayalım. Bu arada, bu taraftaki yağ ve pislik sadece süspansiyondan gelmiş gibi durmuyor, büyük ihtimalle arka diferansiyel de sızdırmış. Ama anafikir aynı.
Bir "Önce" daha... Bu da özellikle süspansiyona biraz daha yakından bir bakış. Daha önce bahsettiğim, en az 30 yıllık çamur, toz, pis, yağ ve gres karışımından oluşan tuhaf kimyasal maddeyi görebiliyorsunuz.


Bu da, temizlenmiş hali. Üç gündür deterjanlı suda yatıyordu, çıkarıp şöyle bir ovalayınca yüzü gözü açıldı valla. Aynısını, yukarıda gördüğünüz sol süspansiyona ve motorun alt kısmında pek göz önünde olmayan yağ karterine de yapacağım.
Dördüncü kova su artık oldukça berrak ve temiz, ancak bu aldatmasın, kıyıda köşede hala sünger ve fırçayla son bir kez girişmem gereken yağ artıkları duruyor.
Değiştirmem gereken bir parça daha... Amortisörün alt tarafının kaba pisliğini temizledikten sonra boşa çıkan bu arkadaş, vaktiyle düzgün bir silindir biçimindeymiş. İçindeki lastik contayla beraber, amortisörün içindeki gres yağının etrafa saçılıp boşalmasını engellemeye yarıyor. Bu haliyle de geri takabilirim, ama kendine bile bir hayrı dokunmaz artık.
Temizliğin geri kalanını arka diferansiyeli ve motoru tamamen dağıttıktan sonra yapacağım. Denemem başarılı olduğundan içim rahat. Elektrikle devam edeyim.

Farı sökerek başlıyorum. Aslında başladığım gibi de bitecek, çünkü ihtiyarın üzerindeki bütün "elektronik", farın içinde saklı.
Buyrun size elektronik. Üstte kontak anahtarı, fara uzanan kablolar, arkaya doğru hız göstergesi ve  gelen kablo. (Hız göstergesi mekanik bu arada.) Far tasının sağ altında, sonradan eklenmiş olan sinyal rölesi.

Far tası da epey yıpranmış görünüyor, ama durumu vahim değil. İlla bir çaresi vardır.

Genel görüntüde pek değişiklik olduğu söylenemez. Bundan sonraki işim, farı dağıtmak olacak.


17 Ocak 2015 Cumartesi

Cıırt Ayşe Teyze!

Bir haftadır yazmadığımın farkındayım. Birşeyler yapar yapmaz gelişmeyi sıcağı sıcağına buraya aktarmak istiyorum tabii ki, ancak maalesef, sıra pis işlere geldikçe hem ters bir şey yapmayayım diye, hem de adı üstünde pis işler olduğu için, daha ağırdan almak zorunda kalıyorum. Buna da bir denge bulacağım.

Geçtiğimiz haftayı epey coşkun bir sinüzitle geçirdim. Nedendir nasıldır derken jeton düştü; kapalı alanda, bunca tozun pasın içerisinde bu kadar çok vakit geçirince en sağlıklı adamın bile alerjiden burnunun düşmesi işten değil. Eczaneden şu nezle grip için kullanılan maskelerden aldım, oldukça da fayda ediyor gibi. Bundan sonra 50 kuruşluk maskemle birlikte iş başındayız.

Arka süspansiyonları sökerken bir parça kavga dövüş haricinde bir sürprizle karşılaşmadım. Önceki yazıda bahsettiğim dikine yerleştirilmiş millere aşağıdan çekiçle girişince yukarı kadar çıktı, böylece süspansiyonlar da boşa çıkmış oldu. Sağ arka süspansiyonla diferansiyel aynı kaideyi paylaşıyor, Diferansiyeli, contalarını satın almadan dağıtmak istemediğim için, şimdilik beraber bekliyorlar. Motor, vites kutusu ve diferansiyel contalarını nasılsa yenilemek zorundayım, bir ara bulup alsam iyi olacak.

Vites kutusu demişken; motorun ürettiği hareket şaft üzerinden arka tekerleğe aktarılırken, tekerlekten gelecek darbe ve sarsıntıların vites kutusuna zarar vermemesi için arada böyle bir lastik takoz kullanılmış. Deliklerden karşılıklı ikisine vites kutusundan çıkan kısım, diğer ikisine de şaftın ucunda bulunan parça geçiyor ve birlikte dönüyorlar. Kullansam daha kullanılır ama epeyce de deforme olmuş, hazır sökmüşken dış kısmındaki parlak bilezikle beraber değiştireceğim.
Dürüst olmak gerekirse, sele yukarıdan bakınca çok daha düzgün görünüyordu. Yerinden söküp altını çevirince manzara fena. Kimbilir kaç yılın tozu pisi, yarısı eksilmiş yaylar, ufak ufak pas tutmuş iskelet ve kendinden geçmiş sünger.
Yakından manzara böyle. Neden bu kadar alerji olduğum da ayan beyan ortada herhalde.

Seleyle ilgili fikrim hala değişmedi aslında. Güzel ve rahat bir sele ve zamanında Denfeld ve Schorch-Meier markaları birbirine benzer seleler üretmiş. Fakat şimdi asıl soru şu: şeklini şemalini bozmadan, aslına uygun bir biçimde eksilen yayları bulup, iskeletini elden geçirip sünger ve kaplamasını kime nasıl yeniletebilirim?
Bu arada motor bloğunu kurcalamadan edemedim. Egzoz borusunu yerinden çıkardığımda içeride bolca kurum buldum. Boru, koruma demirini sökmeden yerinden çıkmıyor, şimdilik böyle bekleyecek.
İçerisi de basbayağı soba bacası gibi. Büyük ihtimalle, uzun zamandır ancak ayda yılda bir kullanıldığı için karbüratör ayarlarına pek özen gösterilmemiş, epeydir de zengin karışım yakmış.
Görüntüyü yanlış yorumlamıyorsam, zengin karışıma başka bir kanıt da buji. Simsiyah, kurum bağlamış. Silindirin içerisine kadar açıp sıkı bir temizlik yapacağım, o yüzden bunların hepsi geçmişte kaldı, ancak karbüratör temizliği ve ayarının önemi ortada. Acaba bu konuda iyi bir kaynak var mıdır?

Motorun bu halde bile gözümün önünde tıkır tıkır çalışması, dayanıklılığına hayranlık uyandırıyor.
Sıra depoda. Depoyu sökmek üzere daha dikkatli incelediğimde, önceden farketmediğim bir sorun çıktı. Depo, ortasından geçen şasi borusunun iki yanına doğru bir heybe gibi sarkıyor. Kapasitesinin tamamının kullanılabilmesi için, sağ ve sol yarıları, en alttan, şasinin de altından dolanan bir hortumla birbirine bağlanmış. Bileşik kaplar prensibi... Bu hortum yerinden çıkmadan deponun kalkması mümkün değil. Bu da demek oluyor ki, önce deponun içini boşaltmalıyım. Ama nasıl? Daha doğrusu, nereye? Deponun kapasitesi 13 litre. Tamamen dolu değil ama içeride hatırı sayılır miktarda benzin var.
 Malum, benzin son derece güçlü bir kimyasal, öyle rastgele bir plastik kaba koyarsanız eritiverir. Evimin içinde litrelerce benzinin etrafa saçılmasını istemiyoruz haliyle.
Evde 5 litrelik bir benzin bidonu var. İşi en temiz halletmenin yolu, benzini deponun altındaki musluktan boşaltmak. Musluktan karbüratöre inen hortumu söktükten sonra, altına bidonu tutup sicim gibi akan benzini saatlerce seyretmek zorunda kaldım. (Veya bana saatler gibi geldi.) Nihayet bidon doldu ama depo boşalmadı. Ben de gidip bidonu arabamın deposuna boca ettikten sonra kaldığım yerden devam ettim. Çıkan benzin çok pis olmasa bari...
Benzin boşaldıktan sonra (en alttaki hortumu yerinden çıkarırken etrafa biraz benzin saçıldığını itiraf etmeliyim.) depoyu yerinden çıkarmak çok basit, şasiye iki noktadan tutunuyor hepsi o kadar.
Depom nihayet yerde. Benzin bidonu da işi başarmanın gururuyla poz veriyor.
Depodan kurtulduktan sonra bilgisayar güç kaynağı kasasına cuk oturtulmuş aküyü de yerinden söktüm. Akünün rafı oldukça paslanmış ama boyandıktan sonra yeni gibi olacaktır. Sadece orada sabit kalmasını sağlayan kayış yok. Satın alınacak...





Büyük lokma ye, büyük laf etme demişler. Daha geçenlerde, motoruyla uğraşırken sökmeye çalıştığı bir vidayı kıran bir arkadaşa etmediğim ukalalık kalmamıştı, yok sağı sarmısak solu soğanlar, yok bilmemneler... Fotoğraftaki hız gösterge telini tutan vidanın kafasını avucumun içinde gördükten sonra jeton düştü - deminden beri yanlış tarafa zorluyordum! Allah'ın sopası yok!



Sökme işlerine burada ara verip, çıkanları temizlemek için deneme yapmaya koyuldum. Okuduğum kadarıyla, WD40 haricinde, yağ çözücü özelliğe sahip bulaşık deterjanı, fırın temizleyici gibi kimyasallar da fayda ediyormuş. Ben de çıkıp biraz alışveriş yaptım, içimde saklı Ayşe Teyze ortaya çıkıverdi!
Huzurlarınızda yağ çözücü, bulaşık deterjanı, bulaşık eldiveni, bulaşık fırçası, bulaşık süngeri ve WD40. İçinde biriken pisliğe bakarsak kova da bana kurban edilmiş oldu.
Sol taraftaki süspansiyon, bu iş için biçilmiş kaftan. İçinde birikmiş yarım asırlık gres yağı, toz toprak, pisliğe karşı elimdeki bütün kimyasallarla saldırıya geçtim. Epey sabır istiyor olsa da sanırım sonuç güzel olacak. Vargücümle fırçaladım, köşe bucak kazıdım, bol kepçe WD40 ve deterjan da kullanarak epeyce adam ettim gibi. Deterjanlı suda bir iki gece beklesin, bakalım biraz daha yumuşayıp iyice temizlenecek mi. Bu arada, gördüğünüz suyun, üçüncü sefer doldurduğum su olduğunu söylersem durumun vehameti daha iyi anlaşılır herhalde.




İhtiyarın son durumu böyle. Sıra asıl işe, motoru yerinden söküp çıkarmaya geldi...


11 Ocak 2015 Pazar

Kollar Sıvandı

Bu işe başlarken, önce adamakıllı bir plan yaparım, yapılacak işleri bir sıraya koyar, söküm esnasında bulduğum eksikleri listelemek için basit bir sistem oluşturur ona göre ilerlerim diyordum. (Mesleki deformasyon olsa gerek.) Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Daha doğrusu, gül gibi motor orada öylece yatarken insanda Excel mexcel görecek kafa mı kalır?

Birkaç gündür burada yazı yazmayı savsaklamamın sebebi de bu. Akşamlarımı motorun başında, ufak ufak sökerek geçirdim. Söktükçe, hem işin gitgide karmaşıklaşması sebebiyle gözüm hepten korktu, hem de bir sonraki parçaya girişmenin sabırsızlığıyla iyice keyiflenmeye başladım. Tecrübe ve bilgi eksikliğim sebebiyle nispeten yavaş ilerliyor olsam da, aletin aslında son derece basit ve zekice tasarlandığını söylemeliyim. Eline çabuk, tecrübeli bir usta birkaç saat içerisinde makinayı son cıvatasına kadar ayıklayabilecektir.

Motoru doğru düzgün oturtacak bir sehpam olmadığı için sökmeye arkadan başlamak durumunda kaldım. Yükü motosikletin orta ayağı ve ön tekerlek taşıyor. Böylece, arka tekerlek, sele ve çamurlukla başlayıp, diferansiyel, benzin deposu ve nihayet motor ve şanzıman bloğunu sökecek, en sonda da ön tekerlek, amortisör ve gidondan kurtulacağım. Bundan sonrasıysa tezgah üzerinde geçecek; motorun da, vites kutusunun da etraflıca bir gözden geçirilmeye ihtiyacı var; hatta tekerleklerin bile...

Önce arka tekerlekle cebelleştim. Arka tekerleği çıkarmak, kağıt üzerinde oldukça basit. Milin ucundaki somunu sök, diğer tarafta mil yuvasını sıkıştıran somunu sök, sonra mili çek çıkar. Hatta adamlar mili yuvasından kolayca çekebilmek için ucuna delik bile delmiş.


Peki öyle mi oldu? Tabii ki hayır. Hayatıdma bu kadar inatçı parça görmedim desem yeridir. Çekmem gereken taraftan çektiğimde bana mısın demedi, hatta diğer tarafından çekiçle giriştim, ona bile nazlana nazlana ancak azıcık kıpırdandı. En sonunda, her zaman olduğu gibi ışın kılıcını oluşturmak zorunda kaldım: WD40! Sıkışan yerlere bir miktar WD40 takviyesi, daha çok ve daha kuvvetli çekiç darbeleri, ve sonunda mil yerinden kurtuldu.
Bu arada, alın size üstün Alman mühendisliğine bir örnek daha. Farzedin ki yolda giderken lastiğiniz patladı, lastiği söküp tamir etmeniz gerekiyor. Arka tekerleği milinden söktünüz, yerinden çıkaracaksınız da koca motoru havaya kaldıracak haliniz yok ya! E ama o tekerleğin oradan çıkması lazım?
Adamlar arka çamurluğa bir menteşe eklemiş. İki tane vidayı gevşetiyorsunuz, çamurluğun arka kısmı hoop yukarı kalkıyor. Tekerleğinizi açılan "kapaktan" dışarı yuvarlıyorsunuz...
Milin yerinden çıkmaktaki inadı anlaşıldı. Tekerleğin içindeki rulman darmadağın olmuş. Hepsini alıp ayrıntılı biçimde incelemeden tam olarak neyin yanlış olduğunu kestiremeyeceğim. Bütün rulmanlar değişecek, orası kesin.
Fakat ihtiyarı bu zamana kadar her kim kullandıysa verilmiş sadakası varmış. Şu milin tam ortasındaki çepeçevre oyuğu görüyor musunuz? O aslında yok! Yani tekerlekteki hasar her neyse, en ağır ve sağlam çelikten üretilen mile zaman içinde sürtüne sürtüne yaklaşık bir iki milimetre derinliğinde bir oyuk açmış. Neyse ki yine yavaş ilerlemiş, yolda giderken milin kırılıp arka tekerleği kilitlediğini düşünmek bile istemiyorum.
Şu egzoz da aradan bir çıksın hele. Orijinal olmadığından bahsetmiştim, hem çirkin, hem de oldukça sallapati duruyor. Motordan çıkan borusuyla beraber çöpe gitmesine ve orijinaline uygun parçaların temin edilmesine karar verilmiştir.
Şimdilik tekerleği uzunca bir süre beklemek üzere bir kenara bırakalım. Sırada diferansiyel ve arka amortisörler var. İşe diferansiyelin içindeki yağı boşaltarak başlıyorum. İki tane tapa koymuşlar, biri fotoğrafta bize dönük olan doldurma tapası, biri de tam alttaki boşaltma tapası. En alttaki de plastik su bidonundan bozma yağ boşaltma kabım. Henüz motor ve vites kutusunu boşaltmadım; motoru tümden dağıtmadan önce bir kompresyon ölçme aleti alıp motor bloğunun durumunu görmek istiyorum.
Arka süspansiyondan devam edelim. Bunun da çok hoşuma gittiğini söylemeliyim. Günümüzde, motosikletlerin arka tekerlekleri, bir ucundan kalın bir mille ana gövdeye tutturulmuş bir çatala takılıdır. Çatal, bu mil ekseninde yukarı-aşağı serbestçe hareket eder. Arka süspansiyon, bu hareketi sönümlendirecek şekilde çatalla ana gövde arasına takılmış bir yay-darbe emici amortisör kombinasyonundan oluşur.
Bizim ihtiyarda ise, arka çatal yok. Arka tekerlek, doğrudan süspansiyonlara bağlı, yukarı-aşağı hareketini kontrol altında tutmak amacıyla da içeride kalın bir yay mevcut. Torunları kadar güçlü ve etkili olmayablir, ancak pek çok açıdan çok basit ve zekice bir yöntem.
Amortisörler, gövdeye üst ve alt kısmından birer kelepçeyle bağlı. Bunları çözüp eski parlaklığını yitirmiş üst kapak vidasını çıkardığımda kolayca yuvasından kurtulması gerekiyor - en azından teoride...
Üst kapak vidasının garibanlığı net bir biçimde görülüyor. İşim bittiğinde bu da eski günlerdeki gibi pırıl pırıl parlıyor olacak.
Alttaki ve üstteki kelepçe vidaları ve üst kapak vidası çıktıktan sonraki hali.
Bu arada, motorun orası öyle, burası böyle diye atıp tutuyorum ama öyle kuru sıkı salladığımı düşünmeyin. İlk yazımda anlattığım, BMW'yi tercih etmeme sebep olan uçsuz bucaksız bilgi ve belge birikiminden faydalanıyorum. 1954 model bir motosikletin olanca parça kataloğu ve çizimlerine ulaşmak 1 dakikanızı almıyor.



Şimdilik burada bırakayım. Aslında biraz daha ilerlemiş durumdayım, sevgili fotoğrafçıma biraz mesai yaptırır yaptırmaz kaldığımız yerden devam edeceğiz.